İnsan neler neler yazmak istiyor;
Umuda dair
Hayata dair
Aşka, insana dair
Yaşama sevincine dair ama elim hiçbir şey yazmaya gitmiyor...
Lanet ediyorum bu yaşadıklarımıza, bizlere reva görülen bu hayata, aslında kendi kendimize bile isteye yarattığımız bu iklime
Hayat bu değil ki...
Ne eksiğimiz var bizim, her sabah içi kıpır kıpır, güneşe karşı gerine gerine umut dolu şarkılar mırıldanarak uyanan, gülümseyen yüzlerle hayata “günaydın” diyen başka diyarların mutlu insanlarından?
Ne eksiğimiz var bizim, mutlu mesut çalışarak emeğinin karşılığını alan ve şu kısacık yolculukta hayatın keyfini kahkahalarla çıkaran insanlardan?
Neden biz bir asırdır resimden, heykelden, sanattan, müzikten, edebiyattan, aşktan, şiirden konuşamadan sadece savaşlardan, saçma sapan öğretilerle bile isteye cendereye alınmış, nefes alamadığımız hayatlarımızda ıstırap çekerek sıkıntılarla başlıyoruz yeni bir kendi yüzyılımıza?
Ne yüzyılmış ama...
Neden hepimiz dünyada görmek istediğimiz yerlere, başkalarının yaptığı gibi, istediğimiz zaman para pul düşünmeden sırtımıza heybelerimizi alıp gidemiyoruz yaa? Neden oralarda keyifle gezip tozamıyor, hayata karışamıyoruz?
Neden gün batımlarında hiçbir şeyi dert etmeden bir kaç kadeh bir şeyler içerek dostlarla mırıl mırıl sohbet edemiyoruz?
Neden gençler neşeyle, arkadaşlarıyla güle oynaya, büyük aşklar yaşayarak, harçlıklarını, içeceği bir bardak çayın parasını düşünmeden, hani bazılarının dalga geçerek dediği gibi “kahvelerini içerek, dünyayı gezerek” üniversiteyi bitiremiyorlar?
Neden hala yeni moda ‘sözde’ kahramanlık ve savaş türküleri söyletmeye çalışıyorlar hepimize, aşk şarkılarını söylemek yerine?
Bir asır önce dünyayı dize getirmiş ve çağdaşlık yolunda bu ülkenin temellerini atmış bir halk neden hala patinaj yapıyor, neden?
Neden hala ilimin, bilimin ışığında yol alacakken, şeyhlerin, şıhların, tarikatların esiri olup, onları ilah ilan edip onlara tapıyoruz? Neden kula kul oluyoruz hala?
Neden çalışıp, üretip hakkımızı uygarca alacağımız yerde, bir kaç kişinin lütfedip vereceği üç kuruş sadaka ile geçinmeye çalışıyoruz?
Neden emekliler iki sokak ötedeki parkta bile zar zor oturabilmek yerine başka ülkelerin insanları gibi dünyayı gezip tozamıyorlar?
Neden çok basit bir simitle çay keyfini bile yapamıyoruz bu çağda?Martılar bile artık mahrum kaldı bu zalimler yüzünden simitten...
Neden gençlerin kalbinde aşk yerine hüzün ve kaygı var?
Neden kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar, çocuklar yani cümleten hepimiz bu acımasız, ilkel düzende yaşama tutunmaya çalışıyoruz?
Neden hala tuzu kurular, sofrasında bir lokma ekmeği bile zar zor bulabilen insanları ezmeye devam ediyor?
Başkalarının çapsızlığının, hatalarının, beceriksizliğinin ya da bilerek kendi çıkarları için yaptığı şark kurnazlıklarının yarattığı bu ağır bedeli neden hep onlar değil de bizler ödüyoruz?
Patron bana epeydir “eskiden betimlemelerle dolu hayata dair, yaşamaya dair, aşka dair ne güzel yazılar yazardın, yazsana yine öyle” diyor
Bu hafta söz verdim aşka dair yazacaktım ama elim varmadı ki. Söyle be patron aşk, meşk yazacak keyifli zamanlar mı bıraktılar bize? Sen de öyle değil misin? Elin kolun keyifli bir şeyler yazmaya, yapmaya varıyor mu? Kimsenin varmıyor ki..
Umutlarımızı, hayallerimizi, geleceğimizi, her şeyimizi çaldılar ama dürüstçe söylemek gerekirse senin ağzın açıksa bu yapılanlar az bile...
Senden özür diliyorum umutlarım
Senden özür diliyorum hayallerim
Senden özür diliyorum aşk. Sen git, özgür insanların ülkesinde nefes al, hayat bul, umut ol, bahar ol, yaz ol, aşk ol. Hayatını keyifle, insanca yaşa. Bizden bir iş çıkmaz sana..
Kusura bakmayın ama bizden bi halt olmaz, üzgünüm...