İnanmak insanidir

İnanmamak da...

Bir insanı inandığı şeyler için sorgulamak kimseye düşmediği gibi inanmadığı şeyler için yargılamak da kimsenin haddi değildir

İnsanın inandıkları kendi yaşanmışlıkları, akıl süzgecinden geçirdikleri ya da etrafındakilerin, ailesinin, çevresinin, toplumun yönlendirmesi ile oluşabilir ama nihayetinde inanmak kişiye özeldir

Duyguları vardır insanın, aklı vardır, sezgileri vardır, kocaman bir de kalbi. Bunlarla yol alır insan

Kendi iç dünyasında tartıp biçimlendirdiği tercihleri, inançları, benimsediği yaşam ilkeleri başkalarının özgürlük alanlarına müdahale etmediği sürece sadece kendini ilgilendirir

İnsanın kişisel yol haritasını, bu yolda karşılaşacağı iyi, kötü, doğru yanlış tercihleri belirler

Hataları, sevapları ile yürüdüğü bu yolda önüne çıkan mükafatlar da bedeller de insanı ilgilendirir, ceremesini de kendi çeker. Ama birlikte yol aldığı insanlar da doğaldır ki bu tercihlerin sonuçlarından ister istemez etkilenir. Velev ki inançlarını, benimsediklerini kimse başkalarına dayatmasın..

İnsan bir kutsala inanıyorsa bunu tartışmak boşunadır. Aynı şekilde insanı “inanmıyorum” dediği noktada da sorgulamak, kendi inandıklarına inanmasını beklemek de hadsizliktir. Başkasının hayatını kendi inandıkları ile dizayn etmeye kalkmak da öyle. Karşılıklı saygı ve hoşgörü tam da bu zamanlarda önemlidir.

Eğer insan inanıyorsa günah veya sevap kişiseldir ve hesabını yine inandığına verecektir. Sana, bana ya da bir başkasına değil

Hayat insanlar için ortak bir yaşam alanıdır. Kendi hayatımız elbette vardır ama mağarada yaşamadığımıza göre  hayatımız başkalarının hayatı ile kesiştiğinde ise paylaşmak devreye girer ve bu ortak alan elbette bazı kurallar ile şekillenmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; evrensel normların eşliğinde insanın insanca nefes alma yollarını tıkamadan, herkesle birlikte, yol almasını sağlamaktır. Hukuki ve demokratik normlar burada öncüdür ama ‘inanmışlık’ yaklaşımı ile insanlar birbirlerine hükmetmeye kalktı mı ortaya çıkan büyük bir huzursuzluk ve belki de bir aşama sonrası ‘kaos’ olacaktır.

Onun için çağdaş yönetim biçimlerinde laiklik temel bir ilkedir. Kimsenin kendi inandığı kutsalları başkasına dayatmaması ama yine kendi kutsalları ile özgürce yaşaması için en önemli sigortadır. Ya da inanmamasını veya neye inanıyorsa öyle yaşamasını, başkalarının müdahale etmesini engelleyerek, garantiye alır.

İnanan insan kadere iman eder. Ama insanların yaşarken çizdiği hem kişisel hem de toplumsal yolda kendisine verilen akılla yürümesi, kendini eğiterek geliştirmesi önemlidir. Kolaycı bir teslimiyetçi yaklaşım insanların sorumluluklarından kaçmasına, her şeyi kadere bağlayıp sonuçlarından  sıyrılmaya kalkmasına sebep olur. Bu bazı toplumlarda hemen hemen sıkça rastlanılan bir durumdur.

Bir ‘kader planı’ olduğuna inanabilir insan ama o planının yol haritasını kendisinin oluşturduğunu unutmamalıdır. Direksiyonda insan varsa araca emniyetle kumanda etmek kesinlikle kendi sorumluluğundadır. Navigasyon öyle gösterdi de aşağıya uçtum gibi bir yaklaşım baştan teslimiyettir, kontrolü elden bırakmaktır, saçmalıktır ve sonu da felakettir. Yol koordinatları doğru olabilir ama üstündeki engebeleri, çukurları, engelleri, tabelaları direksiyondaki fark etmezse en kral navigasyon ne yapsın?

Herkes kendi tercihleri, ihmalleri sonucu ortaya çıkan hataları, kusurları kadere bağlamaya başladıysa bir kere mücadele ederek ve insanca yaşamanın ne anlamı kalır ki?

İslam dininde ‘kader’ Tanrı tarafından olacakların önceden bilinmesi olmasına rağmen asla insanın hür iradesine müdahale değildir. O zaman insana verilen aklın ve muhakeme yetisinin ne anlamı kalırdı ki? Herkes kendi yolunu aklı sayesinde  doğrusu ve yanlışları ile kendisi çizer. Ama bu yolun sonunun önceden bilinmesi onun aklına, iradesine ve seçeceği yola müdahale değildir. Yolda neyi seçerse seçsin olacakların Yaradan tarafından önceden bilinmesi ise başka bir şeydir.

Sen sorumluluk alanında olan işini ilme, kurallara, teknik ve bilimsel çerçeveye göre planlamayıp hareket edersen karşına çıkan sorunlar, sonuçlar kaderin değil senin sebep olduklarındır. Her şeyi Tanrı’ya havale etmek en kolay kaçış yoludur. O zaman sen niye varsın, ben niye varım?

Sizin elinizin, yüzünüzün karası bu ülkenin aydınlık yüzüydü. İşinizi bilimsel verilere, tedbirlere, iyi çalışma koşullarına göre ayarlayamayan herkes bu ölümlerden sorumludur ve olanlar bir ‘kader planı’ değil düpedüz beceriksizlik, vurdumduymazlık, bilime  ve uyarılara kulak aşmamak, nitelikli insan gücü ile yol almamaktır.

Yaşarken üç beş kuruş için hep karanlıklarda çalıştınız, hep gün ışığına hasret kaldınız.

Hepimizin utancıdır; sizi o karanlıklara ellerimizle gömdük.

Dilerim gittiğiniz yerler ışıl ışıl olur...