Tam hatırlamıyorum ama, 50’li yılların başındaydık galiba.
Babamlar: “BU SENE AYVALAR ÇOK OLDU, SAĞLAM KIŞ OLUR “ falan dediklerinde hiç bir şey anlamazdım, küçüktüm, idrak edemez, aval aval bakar, annemi sıkıştırır konu ile ilgili sorular sorardım.
O sene iki kere gelmişti bize talaş. Talaş çok önemliymiş meğer. Babası SEKA’ da çalışanlar iyi bilirler, önceden yazılmak gerekirmiş talaşa, sonra bir bekleme dönemi geçirilir, talaş geldiğinde de bir tuhaf sevinç kaplarmış herkesin içini.
O sene ben de katıldım o sevinç dalgasına, küçücük boyuma ve yaşıma rağmen babamın her komutuna tam riayet edip, bir ateş parçası oldum adeta.
Bodrumumuza yakın bir yere indirilen talaş çuvallarımız, babamın ve annemin kuvvetli kolları ile yağmura yakalanmadan içeri alınıyordu. İçeri alınmadan az once bağ tellerini gevşeten babam, tavanı alçak bodrumda onları boşaltıp, boş çuvalı ona vermemi bekler, arada sırada da “ BRAVO BENİM ARSLAN OĞLUMA “ falan derdi.
Uzatmayalım, o herkesin çok korktuğu ve günlerce üzerinde konuşulan KAR kapımızı aniden çalıverdi. Bir sabah uyandığımızda hayatımın ilk KARI ile yüzyüze gelmiştim. O ne muhteşem bir şeydi, göz gözü görmüyordu, hava gündüz bile karanlıktı, büyük lapalar halinde yağıyordu.
Annemin, "Fakir fukaranın hali nice olur“ diye mırıldandığı bir sırada ben, o muhteşem doğa olayını keşfe çıkmıştım bile çocuk beynimle.
Ya denizi, futbol stadyumunu ve SEKA’ yı yüksekten gören bir tepede oturduğumuz için, ya da henüz KÜRESEL ISINMA başlamadığından o kar taneleri hem çok büyüktü, hem durmadan yağardı, hem de KAR TOPU yapmaya müsait bir yoğunluktaydı.
O, ne çabuk erir, ne un gibi dağılır, ne de beş santimetre kadar yağınca dururdu. O, günlerce yağar, kar topu oynamamıza, karda boyumuzu ölçmemize, kardan adam yapmamıza olanak sağlar, büyüklerimizi kapı önü ve merdiven temizliği yapmaya zorlar, saçaklarda uzun uzun buzlar oluşturur, gücünü, kuvvetini cümle aleme hissettirirdi. Ancak, biz çocukları çok mutlu eden bu tabiat olayı, büyüklerimizi biraz sıkıntıya sokardı. Mesela : KAR KÜREME, kayıp düşmeden yapılacak ALIŞVERİŞLER, SAÇAKLARDAKİ BUZLARIN KIRILMASI, hatta, damlarda biriken kalın kar tabakasının aşağıya doğru itilmesi çok zor işlerdi.
Ama, annemin üzerine yıkılmış olan, boş soba kovasının dökülmesi, içindeki son ateşin KAR ile örtülmesi, boş kovanın içinde hiç ateş kalmadığından emin olunduktan sonra bodruma girilip, yuvarlak takozun ucunu alt deliğe ayarlayarak, kenarları talaşla doldurmak, ara sırada üzerine çıkarak sıkıştırmak, başlı başına bir olaydı.
Annemin sık sık sızlamaları etkisini göstermiş ve bir sonraki kış mevsiminde bu ihale benim üzerimde kalıvermişti. Tabi ki KIŞ, sadece SOBA yakmak ve ısınmaktan ibaret değildi.
SOBA ve KUZİNE kültürü olmayanların, daha doğrusu çok genç olanların bilemedikleri çok çok önemli şeyler vardı ve onlar bizlerde derin izler bırakmıştı.
Çoğumuz hala o muhteşem günlerimizi hayal eder, içten içe huzur duyar, mutlu mutlu gülümseriz.
KIŞ denince aklımıza : TARHANA, HER TÜRLÜ TURŞU, REÇEL KAVANOZLARI, ÜZÜM VE DUT PESTİLLERİ, KURU İNCİR, KURU KAYISI, FINDIK, FISTIK, KUZİNEDE KESTANE, GECELERİ KOMŞU ZİYARETLERİ, ORALARDA YAPILAN İKRAMLAR, SOBA YANINDAKİ YER MİNDERLERİ, BAZI BÜYÜKLERİMİZİN ANLATTIĞI VE HALA AKLIMIZDA OLAN MASALLAR, SOBA ÜSTÜNDE KIZARMIŞ EKMEKLER, TEPSİ TEPSİ BÖREKLER, KÖZDE PATATES, KIZARMIŞ EKMEKLERİN ÜSTÜNE SÜRÜLEN SANA YAĞI, VİTA YAĞI VE TEREYAĞI, EVLERİMİZİN CAMINDA OLUŞAN BUHARLARA YAPILAN RESİMLER, OKULA GİDERKEN ÇANTALARIN KIZAK OLARAK KULLANILMASI ve SADECE BİZİM SÜMER İLK OKULUMUZUN KALORİFERLİ OLUŞU gibi şeyler gelirdi.
Bu arada, annelerimizin ördüğü eldiven, kazak ve kaşkolların giyildiğinden, kar topu savaşları ve kardan adam yaptığımızdan, fırından francala, bakkaldan GAZETE alıp, eve gidene kadar ekmeğin yarısını yolda yediğimizden falan bahsedip, sizleri hiç sıkmayacağım.
Sadece, “Günümüzün kışları, çocukluğumuzun kışlarına hiç benzemiyor. Doğru dürüst KAR yağmıyor, artık evlerimizde DEDELERİMİZ ve NİNELERİMİZ yok, MASAL anlatanlar tarih oldu, TOMBALA unutulmak üzere, KOMŞU ziyaretleri sıfır, DOĞAL EKMEK, HAKİKİ TEREYAĞ, GEZEN TAVUK YUMURTASI, KIŞ HAZIRLIKLARI, İMECE vs.de yok…
Şimdi, "cep telefonları, aynı odada yalnızlığı yaşayan tipler, sıfır diyalog, suni beslenme, baca ve egzost gazları ile gelen hava kirliliği, karamsar, mutsuz ve depresif bir toplum var maalesef” diyebilirim.
Keşke, o gün boyu çok yorulduğumuz, komşu evlerde sıcacık sobaların arkasında minderler üzerinde sızıp kaldığımız, kar yağarken babalarımızın bizleri evlerimize kucağında taşıdığı, her ürünün doğal, katkısız, GDO’ suz ve genetik zincirinin bozulmamış olduğu o muhteşem yıllarımıza geri dönebilsek.
Keşke, çocuklarımız ve torunlarımız da bizler gibi sağlıklı beslenen, az ile yetinen, mutlu bireyler olabilseler…
Saygı ve sevgiler hepinize…
abim ne güzel anlatmışsın... okurken gözümde canladı... kalemine sağlık...:)