Doğmak değil ki önemli olan. Dünya yolculuğuna bileti kesilmiş herkes istemese de buralara geliyor bir şekil...
Ağlaya ağlaya adım attığın bu diyarda insan olabilmektir aslolan. Zor mudur? Aslında değildir ama maalesef zor olanı seçip, insanlıktan uzaklaşanlarla ve ne yazık ki dünyanın en güzel renklerini bile kendi siyahına çevirmek isteyenlerle doludur dünya...
Hangi dine inanırsan inan, neye taparsan tap, hangi öğreti ile yetişirsen yetiş; sen kendi içinde çözememişsen insan olmanın ne demek olduğunu hiçbir şey fayda etmez ki insana. Ne cennet vaadi, ne cehennem tehdidi, ne kanuni cezalar zerrece işlemez onlara, yani bir kere ar damarı çatlamaya görsün insanın. Bilin ki onlar ne kural dinler, ne de yasak. Herkesi kendi kör kuyularına çekmeye, nefessiz bırakmaya çalışırlar...
Hayatı hep sığ, çapsız dünya görüşleri ile yorumlamaya kalkanlar, herkesi de her zaman kendileri gibi görmek isterler. Onlar, dini de, bütün kutsal değerleri de kendi çıkarları için istedikleri gibi yorumlarlar ve tek tip, sorgulamayan insanlardan oluşan bir toplum olsun isterler. Demokrasi de, özgürlükler de, insan hakları da sadece kendileri için varsa vardır, gerisi hikayedir. Herkes kendileri gibi düşünsün, kendileri gibi giyinsin, kendileri gibi oturup kalksın, her olaya kendilerinin baktığı yerden baksın isterler hayatta. Başka bir yol, başka bir hayat, bir başka renk yoktur onlar için. Ve an gelir cehenneme çevirmekten çekinmezler cennet gibi olan buraları..
Kimsenin yaşadığı hayat, inandıkları, tercihleri kimseyi ilgilendirmez, velev ki birbirimizi anlayarak, yargılamadan yol alabilelim. Saygıyla birbirimizi dinleyebilelim.
Herkesin farklı rengi ile güzeldir dünya. Bunu başarabilen, herkesi olduğu gibi kabul eden toplumlardır ki mümkün mertebe asude bir hayat sürerler. Dünya rengarenktir. İnsanlar da düşünceleriyle, yaşamlarıyla rengarenk olmalıdırlar..
Sözü getireceğim konu, özellikle bizim gibi bile isteye eğitimden mahrum bırakılan toplumlarda, hassas bir konudur ama düşüncelerimi kimseyi incitmeden, nezaketle söylemekten hiçbir zaman çekinmedim ve bundan sonra da çekinmeyeceğim. Çünkü insana, her türlü öğretiden, toplumsal şekillenmelerden, hiç anlayamadığım bir tanımlama ile ‘genel p9ahlak’ çerçevesinden, yaşadığım toplumun çoğunluğunun inandığı dinin çerçevesinden değil, sadece ‘insan’ olduğu için bakıyorum. Cinsel kimliği ne olursa olsun, düşüncesi ne olursa olsun hiç kimseyi farklılıklarından dolayı karşı tarafa şiddet uygulanmadığı, baskı, sindirme, dayatma olmadığı sürece yargılamam ve ötekileştirmem.
Hangi şekilde yaşarsa yaşasın, herkesin de böyle yaşaması gerektiğini düşünenlerden öte bir yaklaşımla bakarım insana. Tanımlı kalıpların dışındaki bir cinsel kimliğin bir tercih, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olmadığını düşünenlerdenim. Ama tersi bile olsa, yine de ne olursa olsun kimseyi bundan dolayı yargılama hakkını kendimde bulmam. Bilinen dişi ve erkek yaradılışının ötesinde bir cinsel kimliğin varlığını kabul etmekten çekinmem, çünkü kabul edin ya da etmeyin ortada bir realite var. İnsanı kategorize ederek değil, ona insan olarak bakmak lazım geldiğini düşünenlerdenim. Kimse kendi hayat tarzını başkasına dayatmadığı müddetçe bence bir sorun yoktur..
Bizim gibi dini hassasiyetleri yüksek toplumlarda bu konunun çok vahşice, kırıcı, linç edici ve özellikle de siyasi çıkarlar için fütursuzca, hoyratça, insanı yaralayan bir düzeyde sürekli gündemde tutulmasını da bir akıl tutulması olarak görürüm. Hele ki son günlerde, hayati bir seçim arefesinde bir kaç oy fazla alabilmek için insanı bu açıdan tartışmak olacak şey değildir. Laik ve demokratik toplumlarda hiç kimse bir başkasının dini inanışına, inandığı öğretilere göre yaşamak zorunda değildir. Hele ki iletişimin tüm dünyada bu kadar yoğun olduğu bir zaman diliminde bu dayatmaları çok saçma bulurum ama herkes birbirine saygı duymak zorundadır, buna da yürekten inanırım. Benim bu düşünceme karşı çıkacak çok insan olduğunu bilmeme rağmen, ben onlara nasıl saygı duyuyorsam ve düşüncemi nezaketle, kimseyi kırmadan ifade edebiliyorsam, herkesin de bir başkasına saygıyla yaklaşması gerektiğine de inanırım. Huzur ve barışla yaşamanın yegane koşulu budur.
İnsan çekip gittikten sonra buralardan, gidilen yerde bir yargılama varsa bu sadece insanla, inanıyorsa Yaradan’ı arasındaki bir konudur. Kimse bu dünyada kendini Yaradan’ın yerine koyup yargı dağıtmamalıdır...
Herkes önce kendine bakmalı “çalıp, çırpıyor muyum, haksızlık yapıyor muyum, adil miyim?” sorularına cevap vermelidir. Yoksa gerisi kimseyi ilgilendirmez..
İnsanı harflerle tanımlamak da hiç bir ahlaka sığmaz...