Dün birden kek yapmaya karar verdim. Kek yaparken bir yandan da yarın ne yazsam diye düşünüyordum.

Ta ki arkadaşımın ısrarla beni aramasına kadar. Endişeli bir ses tonuyla “Sinem zam yağmurunu protesto eden, isyan eden bir kişi yok, sadece ben mi rahatsızım? Neden protesto eden tek bir Allah’ın kulu yok” diye soruyordu. Bu sorunun cevabı yarınki yazımda dedim ve telefonu kapattım. Çünkü mutfakta kek hamuru bekliyordu. Kek hamuru bekletmeye gelmez, tıpkı zam ve vergi yağmuru gibi …

Zamları Neden Protesto Eden Kimse Yok?

Geçenlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Türkiye’deki sendikalaşma oranıyla ilgili veriler açıkladı. Türkiye’de 16.5 milyon çalışanın sadece dört buçuk milyon civarı sendikalı. Sadece yüzde 14 civarında sendikalı çalışan var. Kayıt dışı çalışanlar zaten sendikalı değil. Sendikalı olanların önemli bir kısmı Memur – Sen, Hak-İş, Türk-İş gibi iktidarla hiçbir derdi olmayan sendikalara üyeler.

Bizi kıskanan Avrupa’ya bakın sendikalaşma oranı yüzde 80. Yüzde 80 olduğu için işçi sınıfının emeğiyle geçinenlerin aleyhine bir durum olduğu zaman sendikalar harekete geçer, insanları sokağa dökerler, eylemler, mitingler, grevler yapılır. Bir ülkenin çalışanlarının yüzde 85’i sendikalı olmazsa o yüzde 15’in de çoğu sarı sendika veya işbirlikçi sendika üyesi olursa elbette ki kimse zamları, vergileri protesto etmez.

Protesto Etmeyen Halkı mı Suçlayalım?

Halkı suçlayamayız. 12 Eylül darbesinden beri Türkiye’de temel hedef, çalışanları sendikasızlaştırmak, örgütsüzleştirmek, emek hareketini etkisiz hale getirmek, sol örgütleri ve yapıları bir şekilde tasfiye etmek üzerine kurulmuştu. Biz ülke olarak 40 yıldır bu tablonun içindeyiz.

Baktığınız zaman aslında 12 Eylül ülkede hâlâ devam ediyor. 12 Eylül generallerinin en büyük hedefi örgütsüz, hakkının hukukunun peşinde koşmayan, grev yapmayan bir halk yaratmaktı. Bunu yarattılar. Seksenli yıllarda askerin baskısıyla toplumsal muhalefet geriye çekilmişti. Doksanlardan itibaren tekrar yükselmeye başlamıştı. Memur yürüyüşleri, madenci yürüyüşleri … Kızılay Meydanını dolduran kitleler vardı.

AKP döneminde de bu en azından Gezi’ye kadar devam etti. Ama Gezi’den sonra AKP adım adım Türkiye’de toplumsal muhalefeti muhalefetin de desteğiyle bitirdi. “Muhalefetin ne suçu var” diye soracaksınız.  Muhalefetin “Aman oyuna gelmeyelim, aman sokağa çıkmayalım, ilk seçimde gidiyorlar” söylemi bizi bugünlere getirdi. 

Muhalefet ve iktidar eliyle yaratılmış bir sessizlik dalgası var. Herhalde yarın birisi çıkıp ekmek 50 TL oldu dese yine kimse ses çıkarmayacak. Bu aşamaya gelmiş durumdayız.

Seçimden sonra akaryakıta yüzde yüze varan zamlar var. Simit 10 TL. Bir ülkede simit 10 TL olabilir mi? Dolmuş ücretleri fahiş biçimde arttı. Dolmuş ücreti ben Değirmendere’de oturuyorum 21.50 TL. İzmit’e git gel 43 TL. Şehir içi indi bindi 13.00 TL. Bir yere gidip gelirken 26 TL veriyorsun. Ekmeğin fiyatı belli 7.5 TL.  Etin, sütün, yoğurdun, peynirin fiyatı belli.

Peki bir ülke bu kadar hızlı bir şekilde yoksullaşırken aynı zamanda o ülkede hiçbir protestonun olmaması akıl işi mi, olacak iş mi? Muhalefet Meclis açıkken kürsüye çıkıp konuşuyordu. Meclis de kapalı. Şimdi yeni bir yöntem buldular, imza toplayıp Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırıyorlar. Buradan bir şey çıkıyor mu? Çıkmıyor!

 

Dünyada Bu Kadar Rahat Bir İktidar Yoktur!

Muhalefet değişim peşinde koşarken halkın durumuna sessiz kaldığı için dünyada bu kadar rahat bir iktidar, bu kadar “ben ne dersem onu yaparım, dün A dediğime bugün B derim, bugün B dediğime yarın tekrar A derim”  diyen bir iktidar herhalde yoktur.

Erdoğan tarihinin en rahat döneminden geçiyor. Ne dese ne istese yapabilir. İstediği zaman Mehmet Şimşek’e de küfreder ama ertesi gün onu bakanlığa da getirir, faizler düşmelidir der ama şimdi faizler artar, ona da sesini çıkarmaz, CHP tefecilerden borç istiyor der gider kendisi İngiltere’den borç alır.

Muhalefet Aranıyor!

Tarihsel olarak bakıldığında Türkiye böyle bir dönemden hiç geçmedi. 1920’lerden itibaren Türkiye tarihine bakıyorsunuz bir kere bile böyle bir durum oluşmamış. Bunun faturası sadece iktidara kesilemez. İktidar bunun için her şeyi yaptı ama bir de muhalefet var.

Erdoğan zaman zaman “Bu ülkenin en büyük sorunu muhalefet sorunudur” diyor. O kendi durduğu yerden söylüyor ama bugünlerde Türkiye’deki muhalif insanların söylemesi gereken şey tam da bu! Gerçek anlamda muhalefet sorunumuz var ve bir muhalefete ihtiyacımız var.

Ekmeği nasıl bölüşüceğiz?

Memlekette yüz ekmek üretiliyor, o yüz ekmeğin seksenini yirmi kişi alıyor, geriye kalan yirmi ekmeği seksen kişi kendi aramızda bölüşüyoruz. Dünyanın her tarafında ekmek bu kadar adaletsiz bölüşüldüğünde çıngar çıkar.

İnsanlık tarihinin en temel sorunu “Biz bu ekmeği nasıl daha adil bölüşebiliriz” sorunudur. Türkiye’de siyasetten bu soruyu çıkarttılar. Türk siyasetinde kimse “Ekmeği ve refahı niye daha adil daha eşit paylaşmıyoruz” sorusunu sormuyor. Soruyu sormayınca da her gün zam ve her gün yoksullaşan milyonlarca kişilik bir kitle var. Onlar da her şeyi kanıksamışlar. Herhangi bir ses çıkaramaz durumdalar. Öncülük eden bir lider ve hareket yok. Herkes durduğu yerde “Bakalım, Allah sonumuzu hayır etsin sonumuz nereye varacak” sorusunu soruyor. Böyle gitmez. Böyle gitmemesi için bir şeyler yapılması gerekir. Ama bunu yapacak herhangi bir lider veya muhalefet yok. Esas sorunumuz da bu zaten …