Bir gün sıcaktan kaynıyor, diğer gün sağanak yağmurla, sellerle, fırtınayla baş başa kalıyoruz. Bir gün hava sıcaklığı 40 dereceleri bulurken sonraki gün 28 dereceleri görüyoruz.
Artık ne ilkbahar, ne sonbahar yaşıyoruz. Artık ne bir deri ceket ne de kot ceket giyebildiğimiz bir mevsim kaldı geride. Bir gün şişme montlarımızla dışarı çıkarken bir sonraki gün giydiğimiz askılılar ile anlıyoruz yazın geldiğini.
Tüm bunları okurken siz de garipsemediniz mi bu durumları? Sizce de çok büyük bir anormallik yok mu?
Dünya bize ‘Durun.’ Demenin her yolunu deniyor artık. Davranışlarımızın farkına varmamız için neredeyse tüm kartlarını oynuyor.
Peki ya biz napıyoruz?
Üç dakikalık yürüme mesafesindeki yere bile arabamızla gidiyoruz. Sigara izmaritlerimizi tüm soğukkanlılığımızla arabamızın camından fırlatıyoruz. Bulduğumuz her araziye beton dikiyor, yeşilin izlerini olabildiğince yeryüzünden silmeye çalışıyoruz. Kısacası her geçen gün tüketiyor, daha çok tüketiyoruz.
Unutuyoruz ki bu dünyada sınırsız bir su kaynağı, oksijen kaynağı, bizim hayatta kalmamız için gereken temel unsurlar sonsuz değil. Dünyanın tüm uyarılarına rağmen biz onları kontrolsüzce tükettikçe çölün ortasında bir damla su için birbirine giren insan manzaralarını tasvir eden o resimlere bir adım daha yaklaşmaya devam edeceğiz.